21. yüzyıl yeni kavram, teknoloji ve yaşam şekillerinin ortaya çıktığı bir dönem olmaktadır. Daha önceki yüzyıllardan çok daha farklı bir algılama seviyesine sahip olduğumuz bu dönem Antroposen dönem olarak adlandırılmaktadır. İnsan dönemi de denilen bu yüzyıl aslında insanın egemenliğinde ve tamamen onun çıkarları doğrultusunda oluşan bir çağdır. Bu yaklaşım, birçok felakete de neden olmuştur. Doğal dengelerin bozulması, küresel iklim değişikliği, okyanuslar ve kutuplardaki doğal yaşamın geri dönülemez bir şekilde değişmesi aslında bizim de dünyada yaşayamaz hale geleceğimizi açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu süreç hem ekonomik anlayışımız hem de yaşam şekillerimiz ile doğrudan ilişkilidir. Tüketmek üzerine oluşturulan dünya ekonomisi, ürünlerin nasıl ve nerede üretildiği ile ilgilenmezken ürünleri çöpe attığında nereye gittiğiyle de ilgilenmemektedir ve kullanıcıya ilgilenmesi gerekmediği vurgulanmaktadır. Yaşam şekillerimiz ise ne istersek almaya ve yapmaya yönelik bir bakış açısına sahip olmaktadır. Uzun zamandır özellikle çevre örgütlerinin vurguladığı gibi ‘tek dünyamız var ama bize bu yaşam tarzıyla üç dünya gerekli!’ yaklaşımı insanların yavaş yavaş bilinçlenmesini sağlamıştır. Küresel iklim değişikliğinin artık gündelik yaşamımızın bir parçası olması ülkelerin de bu konuda sert kurallar koymasına neden olmuştur. Ruşen Keleş’in Temmuz 2019’da ABD’de 4. Uluslararası Bina Sempozyumu’nda yaptığı, “Sürdürülemez Koşullarda Sürdürülebilir Kentsel Gelişimin Sürdürülebilirliği”1 konulu sunumda da belirttiği gibi, sürdürülebilir kalkınma kavramı tartışılmalıdır. Kamu yönetimi vizyonunda sürdürülebilir kentleşme, “su, hava ve toprak gibi kıt kaynakların kullanımında ekonomik verimliliği maksimize ederken; doğal kaynak stoklarını en azından korumak ve artırmak, gelişim maliyet ve faydalarında toplumsal hakkaniyeti gözetmek, gelecekteki gelişim seçeneklerini engellemekten kaçınmak” gerekmektedir. İklim değişimi ve büyümenin sınırlarının aşılması bir diğer tartışma alanıdır. Yasal ve etik protokollere ne denli uyum gösterildiği ise süregiden bir müzakere konusudur. Aşırı tüketim ve bio-etik konusu da henüz ikilemleri aşılamamış görünmektedir. Kamusal değerlerin gelişimi ve üzerinde uzlaşımı ihtiyacı ortadadır. Günümüzün genç kuşağı, tüketim toplumunun içinde büyümüş ve bu yaklaşımı benimsemiştir. Onların yaşam şekillerini değiştirmek gelecek nesillerin de yaşam şekillerinin değişmesine neden olabilecektir. Onların kişiliklerinin oluşmasında üniversite yaşamının önemli rolü bulunmaktadır. Üniversiteler yaşam simülasyonu olarak düşünülmekte ve üniversite yerleşkelerinde toplumla birlikte yaşam, çevreye ve diğerlerine saygı, farklı gruplarla ortak çalışma gibi birçok farklı beceri elde edilmektedir. Üniversite yerleşkelerinin ‘yeşil kampüs’ haline gelmesi genç kuşakların çevreye ve dünyaya olan saygısını arttırmak yanında daha üretken bir yaşam tarzı benimsemesine de katkıda bulunacaktır. ‘Yeşil Kampüs’ terimi dünya üzerinde kabul gören ve sürdürülebilirliğin ana hatlarına saygılı, insan ve çevre odaklı bir yaklaşıma sahiptir. Birçok disiplinin ortak çalışması sonucu ortaya çıkabilecek bir bakış açısına sahip olan kavram, üniversitelerin geleceğin eğitim kurumları olması için gerekli olan her türlü donanıma (fiziki – sosyal – kültürel – çevresel – ekonomik) sahip olmasını sağlamaktadır. ‘Yeşil Kampüs: Kapsam | Uygulama | Yönetim’ kitabı Hacettepe Üniversitesi’nin önderliğinde farklı üniversitelerden öğretim elemanlarının katkılarıyla hazırlanmış Yeşil Kampüs kavramını farklı disiplinlerin gözünden anlatan akademik bir başvuru kaynağıdır. Üniversite yerleşkelerinin ‘yeşil kampüs’ olabilmesi için yapılması gerekenlerin farklı disiplinlerden uzman eğitmenler tarafından anlatıldığı bu kitap, tasarım ve uygulama örneklerinin yanında yönetim ve ekonomik boyut kapsamında yapılması gerekenleri açıklamaktadır. Kitap iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm ‘yeşil kampüs’ kavramına mimari açıdan yaklaşmakta ve üniversite yerleşkelerinde gerçekleştirilen uygulamalar üzerinde durulmaktadır. İkinci bölümde ise yönetim kavramı üzerinden, yerleşkelerde kalkınma, tanıtım, pazarlama kavramlarının nasıl uygulanması gerektiği ve bununla birlikte kullanıcının bu bilince ulaşmasının yolları tartışılmaktadır. Bu iki ana çerçevede kitabın yazarları şu konulara odaklanmışlardır. Özge Yalçıner Ercoşkun geleceğin üniversitelerinin çevre kurallarını uygulayan ve çevre yönetimi konusunda etkili bir sistem ortaya koyan bir yaklaşıma sahip olacağını belirterek; yapı tasarımı, inşaatı, onarımı, yenilemesi, peyzaj, yenilenebilir enerji, su, atık, salım, ulaşım, insan sağlığı ve üretim konularında sürdürülebilir yönetimi konularındaki uygulamalarına yer vermiş, ekolojik (çevreyle ilgili) ve teknolojik (ekotek) bir yerleşkeye dönüşmek için gerekli düzenlemeleri incelemiştir. Alım Selin Mutdoğan dünyada ‘yeşil kampüs’ olmak için gerekli ölçütleri ortaya koyan GreenMetric Sertifika Sistemi detaylı bir şekilde incelemiştir. Bu sistemin yıllar içinde nasıl geliştiği ve eksiklerinin neler olduğu üzerinde durmuştur. Duygu Koca yeşil kampüs kavramını sosyal sürdürülebilirlik bağlamında incelemektedir. Küçük bir kent benzeri yapılaşmayı içeren üniversite yerleşkelerinin (campus as a city) barındırdığı yaşamın herkes için ulaşılabilir ve kullanılabilir olması gerektiğine vurgu yapan çalışma, kapsayıcı tasarım ve yeşil kampüs tanımları arasındaki bağı kurmayı amaçlamıştır. Pelin Yıldız günümüzde küresel iklim değişikliğine bağlı olarak dünyada alınan tedbirlerin başında gelen atık üretimi ve plastik kullanımı üzerinde durmuş; bu konuyla ilgili olarak birçok ülkede yürütülen ‘sıfır atık’ uygulamalarını incelemiştir. Bu çerçevede üniversite yerleşkelerinde atık yönetimi üzerinde durarak ‘yeşil kampüs’ uygulamalarında atıkların önemi üzerinde durmuştur. M. Kemal Öktem sürdürülebilir kalkınma bağlamında Yeşil Kampüs kavramını incelemiştir. Öncelikle dünyada sürdürülebilir kalkınma için gerçekleştirilen toplantılardan bahsederek bu toplantılarda alınan kararların üniversite yerleşkeleri için de önemli olduğu üzerinde durmuştur. Bununla birlikte ‘geleceğin vatandaşı’ olarak görülen üniversite öğrencilerinin günlük alışkanlıklarının ve davranış kalıplarının değişmesi için üniversite yerleşkelerinin bir simülasyon (benzetim) alanı olarak görülebileceği ve sürdürülebilir yaşam ilkelerinin burada öğretilebileceği üzerinde durmuştur. Ayrıca sürdürülebilirliği teknoloji ile birlikte kullanarak akıllı kampüslerin (bütünleşmiş) yeşil kampüse entegre edilebileceğini vurgulamıştır. Rasim Kaan Yılmaz üniversite ve kalkınma ilişkisinde, öncelikle kalkınma kavramı ve üniversite kavramı üzerinde durmuş, daha sonra eğitim ve kalkınma arasındaki ilişkiyi analiz etmiştir. Türkiye örneği üzerinden üniversite kurumunun bir ülkenin kalkınmasına hangi vasıtalarla etki edebileceği tartışmış, bu tartışmayı özelikle yeşil kampüs olgusuyla bağdaştırarak, gelecek için bir vizyon oluşturulmaya çalışmıştır. Kutay Mutdoğan üniversite yerleşkelerinin tanıtımı ile tanınırlığının arttırılması için pazarlama kavramı çerçevesinde uygulanan stratejiler üzerinde durmuştur. Tanıtım ve pazarlama, eğer yerleşkeler için düşünülüyorsa; elde edilmek istenen marka algısı aynı zamanda hedef grupların ve diğerlerinin nezdinde o yerleşkenin imajını ortaya çıkarmaktadır ve hedeflenen kavram olarak karşımıza çıkabilmektedir. İmaj kavramı üzerinden tanıtım ve pazarlama süreci ve sonuçta kurumsal imajı yönetebilecek yöntem ve modeller açıklanmıştır. Erdinç Kalaycı sosyal hizmet anlayışı ile sürdürülebilir kalkınma kavramları üzerinde durmaktadır. Sosyal hizmet disiplini insanlar arasında var olan sorunları çözmeyi ve alternatif çözümler üretebilmeyi, bireyleri güçlendirmeyi, değişim ajanı olarak bireylerin yaşamlarına dokunmayı amaçlamaktadır. Bireyi, çevresi içinde düşünerek iyilik halini artırmayı hedeflemektedir. Sosyal hizmet disiplini, birey ve aile düzeyinde (mikro) uygulama ve müdahalelerinin yanı sıra grup (mezo) ve toplum (makro) düzeyinde de etkin bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda sosyal hizmet ve sürdürülebilir kalkınmanın ortak noktada buluştuğu ifade edilebilir. Bu iki önemli kavramın yeşil yerleşkeler özelinde kapsamı, rolleri ve sorumlulukları anlatılmıştır. Uğur Sadioğlu ve Betül Dinç akıllı kentler ve bu kentlerde varolan üniversitelerin ‘akıllı’ olması için öncelikle kullanıcıların akıllı olması gerektiğini vurgulamakta ve akıllı vatandaş-insan olmanın yolları üzerinde durmuştur. Kitap içerisinde konunun teorisi ve uygulama yöntemleri hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Farklı birçok disiplinden öğrenciyi ilgilendiren bu konunun öğrenciler tarafından nasıl ele alınacağı, farklı disiplinlerin bakış açıları ve farklı uygulama yöntemleri açıklanmaktadır. Bir üniversite yerleşkesinin ‘yeşil kampüs’ olması için inter-disipliner bir yaklaşıma sahip olunması gerektiği ve ancak ortakçalışma gruplarıyla yenilikçi yaklaşımlar gerçekleştirilebileceği vurgulanmaktadır. Bu bakış açısıyla kitabın, tasarım bölümlerinden işletme ve kamu yönetimi bölümlerine, mühendislik bölümlerinden sosyal hizmet bölümlerine kadar birçok farklı bölüm ve fakülteye bir başvuru kitabı olacağı görüşündeyiz.